Söylentiye göre, çok eskiden köyün birinde Zeynep isimli çok güzel bir kız vardır. Onaltıya yeni bastığında Zeynep'i köylerindeki bir düğünde aşırı (yabancı) köylerden gelen Ali isimli bir genç görür. Ali Zeynep'i çok beğenir ve köyüne döndüğünde kızın babasına hemen görücü gönderir. Zeynep'i Ali'ye verirler. Kısa bir zaman sonra düğünleri olur. Ali, Zeynep'i alıp aşırı köyüne götürür.
Zeynep'in gelin gittiği köy ile kendi köyü arası üç gün üç gece çeker. Bu kadar uzak olduğundan dolayı Zeynep, anasını babasını ve kardeşlerini tam yedi yıl göremez. Bu özlem Zeynep'in yüreğinde her gün biraz daha büyüyerek dayanılmaz bir hal alır. Köyün büyük bir tepesinde bulunan evinin bahçesine çıkarak kendi köyüne doğru dönüp için için kendi yaktığı türküyü mırıldanır ve gözleri uzaklarda sıla özlemini gidermeye çalışırmış.
Oysa kocası, Zeynep'in bu özlemine pek aldırış etmez. Kaldı ki eski sevgisi de pek kalmadığından kendini fazlaca horlamaya, eziyet etmeye başlar. Sonunda bu özlem ve kocasının horlaması Zeynep'i yataklara düşürür.
Gün geçtikçe hastalığı artan Zeynep'in düzelmesi için, köyden gelip gidenler de anasının babasının çağrılmasını salık verirler. Başka çare kalmadığını anlayan Zeynep'in kocası da anasına babasına haber vermeye gider. Altı gün altı gecelik bir yolculuktan sonra bir akşam üstü Zeynep'in anası babası köye gelirler, Zeynep'i yatakta bulurlar. Perişan bir halde Zeynep hala türküsünü mırıldanmaktadır. Aynı türküyü anasına babasına da söylemeye başlar. Çevresindeki bütün köy kadınları duygulanıp göz yaşı dökerler. Annesi fenalıklar geçirir ve bayılır.
Zeynep hasretini giderir, giderir ama artık çok geç kalınmıştır. Bir daha onmaz, sonu ölümle biter. Herkes Zeynep için göz yaşı döker. İşte o gün bu gündür bu türkü ayrılığın türküsü olarak söylenip durur. http://forum.donanimhaber.com/m_41838273/tm.htm den alıntıdır.
http://www.youtube.com/watch?v=mBqVGIUrzDk den alıntıdır. Bolu Beyi, at meraklısı bir beydir. Atçılıkta usta olan seyisi Yusuf'u, güzel ve cins at aramak üzere başka yerlere gönderir. Yusuf günlerce gezdikten sonra, obanın birinde istediği gibi bir tay bulur. Bu tayı doğuran kısrak, Fırat kıyısında otlarken, ırmaktan çıkan bir aygır kısrağa aşmış, tay ondan olmuştur. Irmak ve göllerin dibinde yaşayan aygırlardan olan taylar çok makbuldür, iyi cins at olur. Yusuf, tayı sahiplerinden satın alır. Yavrunun şimdilik bir gösterişi yoktur. Hatta çirkindir bile. Ama ileride mükemmel bir küheylan olacaktır. Yusuf bunu biliyor. Sevinerek geri döner. Bey, bu çirkin ve sevimsiz tayı görünce çok kızar, kendisiyle alay edildiğini sanır. Yusuf'un gözlerine mil çektirir. Tayı da ona verir, yanından kovar. Kör Yusuf köyüne döner. Olanı biteni oğluna anlatır. Bolu Beyi'nden öç alacağını söyler. Baba oğul, başlarlar tayı terbiye etmeye. Yıllar geçer tay artık mükemmel bir küheylan olmuştur. Rüzgar gibi koşmakta, ceylan gibi sıçramakta, türlü savaş oyunu bilmektedir. Bu arada Kör Yusuf'un oğlu Ruşen Ali de büyümüş, güçlü kuvvetli bir delikanlı olmuştur. O da her türlü şövalyelik oyunlarını Öğrenmiş bir baba yiğittir. Bir gece Yusuf, düşünde Hızır'ı görür. Hızır ona yapacağı işi söyler. Hızır'ın Önerisiyle baba oğul yola çıkarlar. Bingöl dağlarından gelecek üç sihirli köpüğü Araş ırmağında beklerler. Bu üç sihirli köpükle Yusuf'un hem gözleri açılacak, hem intikam almak için gereken kuvvet ve gençliği elde edecektir. Bunu bilen oğlu Ruşen Ali, köpükler gelince, babasına haber vermeden, kendisi içer. Yusuf, durumu Öğrenince üzülür, ama bir yandan da sevinir. Kendi yerine oğlu Öcünü alacak bir bahadır olacaktır. Bu sihirli köpüklerden biri körün oğluna sonsuz yaşama gücü, biri yiğitlik, Öteki de şairlik bağışlamıştır. Bir süre sonra Yusuf, oğluna öç almasını vasiyet ederek Ölür. Körün oğlu Ruşen Ali dağa çıkar. Gelen geçeni soyar. Ünü yayılmaya başlar. Kendisi gibi kanun kaçakları yanında toplanmaya başlarlar. Artık Köroğlu olmuştur. Bolu şehrinin karşısında, Çamlıbel'de bir kale yaptırır. Küçük bir ordusu vardır. Çamlıbel'den geçen kervanlardan baç alır. Vermeyen kervanları soyar. Üzerine gönderilen orduları bozguna uğratır.Bir gün, güzelliğini duyduğu Üsküdar Kasapbaşı'sının oğlu Ayvazı kaçırır, Çamlıbel'e getirir, evlat edinir. Başka bir gün, Bolu Beyi'nin bacısı Döne Hanım'ı kaçırır, evlenirler. Aradan yıllar geçer. Bolu'yu basar, yakar, yıkar. Bolu beyi'nden babasının öcünü alır. Bolu beyi de Köroğlu'na karşı düzenler kurar. Bir defasında Köroğlu'nu başka bir seferde Ayvaz'ı yakalatır. Zindana atar. Ama, Köroğlu ve adamları her zaman hile ve cenkle kurtulurlar. Köroğlu, ara sıra Gürcistan, Çin gibi uzak ülkelere de seferler açar. Yeni yeni serüvenlere atılır, büyük vurgunlar yapar. Bu arada küçük, fakat heyecanlı birçok olay da geçer. Sonunda delikli demir (tüfek) ortaya çıkınca eski bahadırlık geleneği bozulur, dünyanın tadı kalmaz. Ve bir gün Köroğlu, beylerine dağılmalarını söyleyerek Kırklara karışır, kaybolur. Daha önceden Kır At da sır olmuştur. O Kır At ki, nice yıllar, olağanüstü bir güçle Köroğlu'na hizmet etmiştir. Başka bir söylentiye göre, bir Yahudi bezirganın getirdiği tüfekle oynayan beyler, birbirlerini Öldürürler. Köroğlu, buna üzülerek kayıplara karışır. Yine bir başka söylentiye göre de, Köroğlu dağda rastladığı çobanda tüfeği görür. Sorar, ne olduğunu. Aldığı karşılığa inanmaz, denemek için kendine çevirir, tetiğe dokunur. Ve yaralanarak Ölür. Son beyleri de dağılırlar. Yaşlı bir çınar gibi devrilen Köroğlu'nun hikayesi sona erer. http://www.turkulerim.net/2418/Benden_Selam_Olsun_Bolu_Beyine den alıntıdır.
Türkü, öldürülen Cemal'e, karısı Şerife tarafından yakılmıştır. Şerife, 90 yıldan fazla yaşamış, 30 Kasım 1993 günü vefat etmiştir. 14-15 yaşlarında Cemal'le evlenmiş, mutlu geçen birkaç yılı Cemal'in öldürülmesiyle sona ermiş, bu hadiseden sonra bir oğlu ile ortada kalmıştır. Bu hadisenin oluş şekli ve ona yakılan ağıtı/türküyü bana, Şerife'nin daha sonra evlendiği Hayrullah'tan olan oğlu İsmet Aksoy göndermiştir.Cemal'in öldürülme hadisesi ve türkünün tam metni şöyledir:
Ürgüp'ün Karlık köyünün eşrafından ve varlıklı bir ailesinden olan Cemal, kalleşlikle öldürülür. Herkesçe sevip sayılan Cemal'in ölümüne yanmayan kalmaz. Eşi Şerife acılarını yaktığı ağıtla hafifletmeye çalışır. Yetim kalan oğlu Mustafa da, birkaç yıl sonra hasat zamanı bir atın tepmesi sonucu ölmüştür.
Ağıt, Şerife'nin ikinci kocası Hayrullah'ın sonraki yıllar Refik Başaran'a "Herkese bir türkü okudun ama, bana okumadın." diye sitem etmesi üzerine Cemal türküsünü plağa okur. Cemal Hayrullah'ın aynı zamanda amcasıdır. Onun öldürülüşü Şerife kadar Hayrullah'ı da etkiler. Şerife'nin türkünün her çalınışında gözünden iplik iplik yaşlar akıtmasını, Cemal'i bir türlü unutamamasını daima anlayışla karşılamıştır.
http://www.youtube.com/watch?v=7JHdOvA_tJo den alıntıdır. Yavru yitmeye görsün bir kez. Bulunmaz. Değil dağların koyağı, ırmakların kaynağı, yaylaların çimeni, ovaların çiçeği, hiç bir şey, hiç bir kişi geri getiremez onu. Ehh ana yüreği bu. Dayanması zor. Dağlara düşüp araması doğal; ne ki giden geri gelmez. Şundan ki, yiten candır. Alıp yerine koyamazsın. Nefesin sonu çıkmaya görsün boğazdan bir kez. Dönüşü olmaz. Ama, ağlamak, döğünmek, türkülere sığınmak da insanların kendi elinde.
Türkümüze öykü olan olay, 1930'larda Çorum'un Osmancık ilçesinin Hacıhamza kasabasında geçer. Kasabada köklü bir aile yaşar o yıllarda. Bu ailenin de Mehmet Bey adlı bir oğlu vardı. Mehmet Bey, geniş omuzlu, kaytan bıyıklı, iri kıyım bir delikanlıdır. Çevresindekilere yaptığı iyiliklerden ötürü de herkesin saygısını, sevgisini kazanmıştır. Yeni evlendiği eşiyle de çok iyi anlaşmaktadır. Hele eşi ona nur topu bir oğlan çocuğu doğurduktan sonra da daha mutlu olmuştur. Bir çocuk ki gözleri yumuk yumuk. Uzun, upuzun saçlar, tombiş bilekler. Anası bir yanını kendine benzetiyor; babası bir yanını. Bak Mehmet diyor karısı "çenesi, kafa yapısı, ağzı sana benziyor, gerisi bana" Mehmet Bey: "Ya parmakları" diyor. "Bak bak serçe parmaklarında eğrilik var. Tıpkı seninkiler gibi. Ama uzunluğu da bana benziyor parmakların". Çocuk daha bir mutlu ediyor aileyi. Evin havası birden değişiyor. Gelenler, gidenler çoğalıyor. Dosta ahbaba teller çekiliyor. "Bir oğlumuz oldu" diye. Uzaktan mektuplarla kutlayanlar. Sözün özü; evde bir şenlik, bir şölen. "Aaaa... İzmir'den Nurettin Amcalardan tel geldi. Kutluyorlar. Bu da Adana'dan Niyaz'lerden geliyor. Bu tel de Çorum'dan, ama tebrik teli değil. Bak hele Mehmet neymiş? "Şey Hükümet teli bu. Bir iş için çağırıyorlar. Gitmek gerek. Hükümet işi ihmale gelmez. Tez zamanda gitmeli' diyor Mehmet Bey. Vakit öğleyi geçkindir. Ama olsun Hükümetin çağrısı gecikmeye gelmez. Tez elden gitmeli. Varıp anlamalı işin aslını. Adamlarına seslenir. İki at eyerlemelerini söyler. Karısına da "İşim biter bitmez dönerim. Hem yavruma da ufak tefek bir şeyler alırım. Sana da giyecek gerekli. Elbiselerin bol geliyor üstüne. Gelen gidenimiz olur bu günlerde.
Ele güne karşı ayıp olur. Bir kaç elbiselik alırım. Anamı da unutmamak gerek. İlk torunu kadının. Nasıl da yoruldu gebeliğinde senin. Meraklanmana gerek yok. Çorum ne çeker ki. Akşam Osmancık'a varırız. Sabahın erinde ordan çıksak, karanlık çökmeden tutarız Çorum'u.
Mehmet Bey bir yandan bunları söylüyor; bir yandan da kucağına aldığı oğlunu seviyor. Kokluyor, öpüyor, bağrına basıyor. Bırakamıyor çocuğu kucağından. Ş aha kalkıyor, demeye kalmadan, silahlı iki kişi atlıyor yola. Saç-sakal birbirine karışmış, iki dağ adamı bunlar. Yolun dar boğazı. Yana yöne kaçacak yer yok. Ancak geri dönülebilir. Mehmet Bey de ona davranıyor. Ama, daha atını dönderir döndermez iki kişi de orada peydahlanıyor. "Canınızı seviyorsanız davranmayın. Kurşunu yersiniz yoksa. Boşaltın ceplerinizi, atlarınızı da bırakıp, koyulun yola" diye ünlüyorlar. Mehmet Bey bakıyor kaçış zor. Teslim olup, parasını silahını, atları vermek de işine gelmiyor. Gurur meselesi yapıyor. Bir anda atıyor kendini yere, silahına sarılıyor. Adamı da atıyor attan. Seyip kalan atlar, kişneyip tepiniyorlar. Aynı anda da kurşunlar vızılamaya başlıyor. Mehmet Bey bir ağacı siperlemiş kendine, basıyor tetiğe. Adamı da sol yanından ateşliyor silahını. Vuruşma epey sürüyor. Mehmet Bey'in de adamının da kurşunları azalıyor. Daha dikkatli kullanmak zorunda kalıyorlar kurşunlarını. Çok geçmeden onlarda bitiyor. Eşkıya azgın. Bir iki kez yine teslim çağrısını yapıp, basıyorlar kurşunu ardından. Mehmet Bey'den bir "Ah" sesi yükseliyor. Yığılıp kalıyor bir kenara. Adamı derseniz ağır yaralı yıkılıyor yere. Neden sonra ayıkıp bir bakıyor ki sağ yanında yatıyor Mehmet Bey. Cansız. Üstü başı kan içinde. Kendisi de yaralı. Cepleri boşaltılmış. Silahları da yok yanlarında.
Haber Hacıhamza kasabasına ulaşınca, anasını, karısını, hısım-akrabasını bir ağıt tutuyor. Kimi beşikte yatan üç günlük yavruya üzülüyor; kimi Mehmet Bey'in yiğitliğini dillendiriyor. Kişiliğini övüyor. Sonra tüm bu duygular, bir türküye dil oluyor. Hacıhamza kasabası da Osmancık ilçesi de dar geliyor Türküye. Yankılanıyor, yankılanıyor. http://www.turkuler.com/hikayeler/hemokudum.asp den alıntıdır.
http://www.youtube.com/watch?v=DrQf7PtVie0 den alıntıdır.
Her biri bilinmez bir mezar şimdi.Mezar
taşları ürpertir,ürkütür insanı.Ama
beni,o hassas melteme bile dayanamayacak kadar hafif
vucutları,yüreklerinin çektikleri,katlandıkları ve yaşadıkları dillere
destan, ateş dolu, acı
dolu hayatları daha çok ürpertmiştir hep.Mezar taşlarından daha
fazla.“Sen ne güzel bulursun gezsen Anadolu’yu” demiş ozan.Demişya! Ne
yürekten demiş,ne Doğru demiş.Anadolum benim.Günde bin güzellik görüp,
birine
vurulduğumuz.Gam ile dert ile yogrulduğumuz.Gök gözlü,güneş yüzlü,derin
sözlü,yarım özlü.Ekmek’ini el ile paylaşan, çarşambasını sel
alan, sevdiklerini el alan.Kor yürekli, demir bilekli,başı bulutlarda
yiğitlerin, vefalı, sadık,vefakar,örük saçlı, uzun boylu
yapalakların,tuğ
sunaların, toraşamların, gül yüzlü güzellerin, ceylanların,efsanelerin,
lav gibi
fişkıran yüreklerin, düğünlerin, halayların, türkülerin, ağaların,
beylerin,
ozanların, ve dillere destan aşıkların diyarı anadolum. Anadolum
benim.Kerem ile Aslı’sı var,Ferhat ile şirin’i var, Leyla ile
Mecnun’u var,Elif ile Mahmut’u, Sürmeli bey’i, Şah İsmail’i, Sümmani’si
var. Dil hangi birine döner,yürek hangi birine katlanır.Ve kalem hangi
birini
yazabilir. Yazıpta başedebilirki.
İşte Senem ile yazıcı oğluda bu yürek yangınlarını çekmiş binlerce kor
yığınından sadece ikisi.
Tülü mayalar, kırk atlar koçlar, taylar kuzular, gökce gelinler ve koç
yiğitlerden kurulu yörük kervanı Binboğa dağlarının üstünden aşıp,
güneş’in kızıla boyanıp battığı Tanır yaylasına doğru ince bir çizgi
gibi, bir
uçtan bir uca süzülüp geçti. Günlerdir at üstündeki aşiret mensupları
yorulmuşlar,
bunalmışlardı.Ama yol bitmiş sınırın hemen yanıbaşındaki konak yeri
Yapalak
görünmüştür. Akşamüstü yaylaya ulaşınca kervanın en önünde giden tülü
mayadan yaşlı
bir yörük beyi sıçrayip indi.Arkasinda uzanan kervana dur etti ve
bagırdı.
“Konak yerimiz buradır.At lar baglana, denkler çözüle tez elden çadırlar
kurula ALLAH hayıra getire dedi”Yigitler atlarından, gelinler tülü
mayalarından indiler.Birkaç genç kadın, yörük beyinin indiği devenin
yedeğindeki al bir at’tan, genç bir kızı incitmekten korkar gibi tutup
indirdiler yere.Altına kilim serildi.Üstüne gölgelik çekildi hemen.
Bağdaş kurup oturdu genç yörük kızı yere.Omuzunun bir ucundan bir ucuna
fişeklik çevriliydi.Belinde gümüş saplı bir hançer takılıydı.İran
ipeğindendi tüm giysileri. Samur saçları başındaki yeşil berenin içinde
toplanmış, kenarlarından
taşmıştı.Uzun boylu, beyaz tenli, simsiyah gözlü, ceylan bakışlı,
bakanın bir daha baktığı, gürenlerin yüreklerini yaktığı bir ahuydu bu.
Ne Tanır, ne
Binboğalar nede bu küçük Yapalak, böyle bir güzele çadır açmamış,böyle
bir ceylana raslamamışlardı.Yayla böyle bir güzel görmemişti.
Tez elden çadırlar kuruldu.Atlar kuzular koyunlar çayır’a salındı.Beyin
siyah çadırından geniş obası kuruldu.Tüfekler, sazlar asıldı çadır
direklerine.Ay orta yere gelip dolandı.Mehtap bir uçtan bir uca
ışığıyla doldu yapalak’a.Yörükler meydan yerinde yaktıkları, gökyüzüne
uzanan
bir ateş yığınının başında, geceye teslim ettiler ilk günlerini.
Ertesi sabah hemen duyuldu Tanır’a yörüklerin gelip yerleştikleri.Adettendi, yerli halk gelip hoşgeldiniz derdi.Birkaç ay
kalıp sonra gidecek olan bu göçebe yörükleriyle kardeş gibi
geçinirlerdi.Hoşgeldine gitmek bölgenin ağasına düşerdi.Ağa yanına
bölge büyüklerini toplar,kadın’ını yanına alır, gider yeni
misafirleriyle
tanış olurdu. Yine öyle oldu. Tanır’ın şanlı Bey’i Yazıcı oğlu köyünün
büyüklerini çağırıp, başlarınada oğlu Osman’ı katıp hoşgeldine gönderdi
yörük
içine. Atlayıp atlarına, vardılar yörük yaylasına yerliler.Yörükler
hürmetle
yürekten karşıladılar gelenleri.Koşup ağaya haber verdiler.Kara
çadırından
önce ak saçlı yörük beyi,ardında o ahu gözlü, fidan boylu ceren
çıktı.Bir
hançer gibi dikildi karşılarına.Başı yularda iki eli böğründe Daha
buyrun diyemeden, ziyaretcilerin başında atın üstünde bir kartal
gibi duran yemyeşil gözlü, kartal bakışlı çınar gibi heybetli Osmana
takıldı
gözleri. Bir yıl gibi sürdü ikisi içinde bu bakışlar. Bakıştılar.
Buyrun dedi yörük bey’i.Yanında hala,yere saplı bir hançer gibi duran
kıza
döndü.Senem dedi: Atı tut kızım.Koştu Senem adetleri gereğince, gelen
kafilenin bey’i ile hanım ağasının atının yularına sarıldı.Kadında
Osmanda indiler atlarından.
Tam kafile yörük illeri gelenekleri gibi halka tutup oturdular.Hoş
geldiniz
edildi.Kahveler, katıklar içildi, konuşulup tanışıldı. Ama iki genc’in
aklı
ve gözleri bir an bile ayrımadı birbirlerinden. İşte diyordu Senem!
Kendimi kollarına teslim
edebileceğim, erim,
erkeğim diyebileceğim çınar gibi bir yiğit.İşte diyordu Yazıcı oğlu
Osman’a.Yazıcı
oğlu Osmanda; Baba evine götürebileceğim, övünç duyup yaslanacağım, bir
ahu diyordu kendi kendine.
Akşama kadar kalındı yörük yaylasında.Geniş sofralar yazıldı yere,
koyunlar
kızartıldı, katıklar yayıldı,yenildi içildi.Ama Senem le Osman bir kere
düşen bir kor yığını gibi, bakıp durdular birbirlerine.Akşam
yörüklerden ayrılıp Tanır’a dogru yola çıktıkları zaman,Osman yüreğinden
bir
parçanın yapalakta kaldığını hissetti.Senem yüreğinden bir parçanın
kopartılıp alındığını, içinden bir şeylerin eksildigini sandı. Günler
akıp geçti.Ne Senem nede Osman unutamadılar birbirlerini.Bir bahane
bulup yeniden gidemedi Osman yörük çadırına.Senem obadan dışarıya ayak
atamadı.
Ama seven yürek neler etmezki, her şeyin çaresi bulundu.Bir yörük kadını
yardım etti bey kızına Bey oğlu atlayıp atına Seneme koştu.Ay ışığında
her buluşup konuşmalarında daha çok yandı yürekleri,Daha çok sevdiler,
daha
çok bağlandılar birbirlerine.
Sevda bu. Çaresi olmazsa sarartıp soldurur, öldürür adamı.Senem de Osman da
aynı ateşte kavruldular.Senem seviyordu ama çaresizdi.Biliyorduki babası oba
dan dışarı kız vermezdi.Töreler böyleydi.Osman düşündü, bir yörük kızını eve almazdı babası.
Kaçalım dediler bir gün. Yok dedi Senem. Kaçalım dedi oğlan
yok dedi Senem. Ben böyle bir ateşle yana yana ölürümde kaçmam.Kaçıp yere
yıkmam başını babamın.Babamın başını yere yıkamam. Başka çare yok.
Kaideleri yıkacak, iki sevdalıyı birbirine kavuşturacak,
ağır kuvvetli Yörük beyine bir dünür kafilesi gerekti.
Bir yiğit sararıp solar erir giderde,bir bey kadını hatun ana’sı
hissetmezmi.Gayrı sordular, Osman anlattı.Bir tek oğlanın derdine çare
bulmak,onu bu dertten bu acıdan kurtarabilmek için kaideleri bir bir
yıktı babası.Etraf çevrelerden ağalar toplandı.Dünür kafilesi ve
hediyeler
hazırlanıp varıdı yörük ağasına. Bir sevinç bir umut düştü içine
senemin,bir sevinç doldurdu
içini Osman ağanın.Ne kaldıki aha bugün olsa yarın
kavuşuverirler.Birbirlerine
yakışan nazarlık bir çift olular. ALLAH'ın emriyle dediler kızını
istediler.ALLAH yazdıysa biz ne edek velakin obamızın kanunları
vardır. İhtiyarlarımıza soralım, bir kaç gün izin verin
düşünelim,iletiriz
kararımızı.İsteriz ki kızımız oğlunuza kurban ola,böyle bir beyin gelini
ola.Ama töreler dediler.
Umut içinde döndü dünür kafilesi.Bir yangın düştü içine yörük
beyinin.Ama
ölürde törelerini yıkmaz, aşiretin dışına kız vermezdi.Fakat bu çevrenin
en
güçlü adamı dünür geliyor.Vermezlerse basarlar obayı alır kaçırırlar
kızı.Onlar basmadan biz kaçmalıyız dedi oba yaşlılarına.
Hemen o gece çadırlar söküldü, sürü toplandı, kervan hazırlandı.Ve Senem
içi kan ağlıyor.Bir ölüden farksız.Tüm oba yiğitlerinin arasında
çekilip gittiler Yapalaktan.Bir gecede toplandılar gittiler.
Ertesi gün tüm Tanırlılar boş buldular yaylayı.Bin yerinden hançerlenmiş
gibi inledi yıkıldı , bir ölüden ferksız oldu Osman. Her yana haberler
salındı, sözcüler gönderildi.Aylar yıllar sürdü bu arayış.Ama ne yörük
kervanının izine raslandı, nede Senemden bir haber alındı.
Yıllar geçti aradan yandı yıkıldı Osman, ama Senemden bir haber
alamadı.Talih’i her gün biraz daha karardı.Bir düğünde bir gözünü
kaybetti.Değen saçmalarla birlikte anası babası öldü.Günler yel gibi
geldi
geçti.Onun içindeki yangın geçmedi unutamadı Senem’i.On yıl, yirmi yıl,
elli yıl, atmış yıl geçti, bir haber gelmedi Senemden.
Sonra bir yaz günü evinin önünde oturup çocuklarıyla oynarken; Köyün çerçicisi bir ermeni vardı.O geldi koşarak
yanına. Ağam dedi! Ağam kurban olam haberler neki haberler.Desem yıkılırmısın yoksa sevinirmisin.
Eski bir yaraya tuz mu atarım. Anlat dedi Yazıcıoğlu.Anlat hele ne istersin.Haberin
hayırlıysa tarla veririm, değilse çek git.
Kozan’daydım dedi ermeni çerçi, mal satardım. Açmış oturmuştum metamı,
buğday almış kumaş verirdim.İki büklüm bir ihtiyar geldi yanıma.Saçları
ak, gözlerinin feri sönmüş bir ihtiyar kadın.Oğuk dedi nerelisin.Tanırlıyım
ana dedim. Osman ağayı bilirmisin dedi.Bilirim elbet dedim.İnsan köyünün ağasını
bilmezmi?
Kuşağından bir çıkını çıkarttı.Aha bu lapatan’ı elime tutuşturup,
Osman ağaya söyle Senem ananın selamı var, yüreği yüreğinle birdir.Kimseye yar
olmamıştır.Bir yayla kızı gibi sevmiş bir yayla kızı gibi sadık kalmıştır
de,Ama gayrı her şey geçti.gelip aramaya, arayıp sormaya de. Ağam selam yerde kalmazmış getirdim sana, Gayrı sen bilirsin dedi
ermeni
çerçi. Yüreğinde yetmiş yıl evvelin koru yeniden yandı.Osman Ağanın
içinde
kaynar bir şey aktı.Altınlar tarlalar verdi ermeni çerçiye.At
hazırlattı,
yanında iki adam düştü kozanın yoluna. Osman Ağa Senem le buluştumu
bunu bilmiyoruz ama,
Maraş'ta Tanır da. Toros'larda,Avşar illerinde ne zaman bir düğün
kurulsa;Önce osman
ağanın aldığı haberden sonra söylediği türküyü söyler kadınlar
erkekler.Yankıları
Torosların Binboğaların ötesine doğru yanık bir ses, yanık bir yürek.
Nerede bir gece toplantısı olsa, yaşlılar genç'lere Senem ile
yazıcıoğlu Osmanın sevdalarını anlatırlar hep.